31 Ocak 2011 Pazartesi

Bir filmden çıkınca


"haydi baştan" tadında yaptı beni bu "biutiful" filmi.
Şans faktörünün cümle alemin ömrüne etkisinin büyüklüğü ve dolayısıyla alnın secdeye varma gereksiniminin karesiyle doğru orantısını hatırlattı.
Milyar dolarlık insanlarla, tuvaletini yapmaya aylığının ciddi bir miktarını vermek zorunda olanları getirtti gözümün önüne yeniden.
Yine kendime çevirdim kendimi, :ben neyapıyorum, kendime ne gibi bir faydam var acaba, diğer insanlara olsunlardaydım.
Kendim kendime takılıyor gördüm, yetiyorum elbet kendime ama benden beter olanlar  için ne yapabilirim acaba?
Kendi yağımda huzurla kavrulmak için yaşarken, hayati anlamda desteğe ihtiyacı olanlar için ne yapabilirm ki acaba?
Yapmam gerektiğinin bildiğim, hatta bana faydasını test edip onayladığım eylemleri bile erteler ve görmezden gelirken, muhtaç insanlar gözüme sadece tv/film/fotoğraf /kitap gibi araçlarla gözüktüğünde ne yapmam gerektiğini bilsem de yapar vaziyette olur muydum acaba?
İşte "haydi baştan" noktam tam da burası, neden kendimde o itki yok, sadece kendimle ilgili ve faydalı olan şeyleri bile tam anlamıyla yapamamam/yapmamam niye?
Mesela şu an : yapmam gerekli birkaç şey için kendime bahanem yorgun hissediyor olmam! Bahane mi?şuan resmen evet.:(

30 Ocak 2011 Pazar

"Kırık bir aşk hikayesi" , yön: ömer kavur (1981)


Kopuk kopuk mu yoksa yalınlık mı karar veremediğim, izlerken melankolizmin zirvelerine çıktığım bir filmdi.
Bittiğinde karakterler nedir nasıl düşünür yerli yerinde gayet , ancak replikler biraz tuhaf geldi film boyunca, iletişim kopukluğu çok fazla gibiydi,  belki de buydu sadeliği ve/veya gerçek yanı, bakış açısıdır nihayetinde.
En güzel yanıysa Cahit Berkay'ın mükemmel film müziği ve çekim yeri olan kasaba (artık neresiyse).

Canımın içi yuvam; odam!

en sevdiğim anları yaşıyorum yine..
Tatil güzl geçmeyince bayar da, yeni döneme istekle sarılır ya insan, yeni başlangıçlara, yine her dönem başındaki hatta daha da fazla istek ve özlemle doluyum valla.
hele yurdum, odam, masam, internetim... Sanki aylardır ayrı kalmış gibi girdim odaya, kurdum bilgisayarı..
Alıştığım, bildiğim yeri arıyorum arkadaşım.Seviyorum, özlüyorum, boyuna yer değiştir değiştir ne o öyle...
Aynı yazın 15 günlük tatile gidiyoruz diyip, 3. günden sonra sıkılışımız ve eve döndümüzde evimizin her duvarını öpüşümüz, "seni bir daha asla bırakıp gitmiycez, en güzel yer eviiiiiiim evim" der gibiyim odamda.
İlerde hayalini kurduğum evimde de böyle olurum umarım...
Canım odam, seninle geçireceğim bu son 3 dönemimin her anının kıymetini en iyi şekilde bilmeyi sürdürmek üzere...
Yavaştan okulun bitmesi durumunun üzerimde yarattığı gerginliğin de tüm bunlar üzerinde etkisi var...
Bir de istanbul olsun bana, avrupa yakası olsun, merkezi semtler olsun... deniz yakınımda olsun...boğaz yakınımda.

24 Ocak 2011 Pazartesi

istekler bitmez ki:)

Öldüğüm zaman bile bitmeyecek isteklerimden uzatmalı olanı var bir tane...
illüstrasyon yapabilmek. "Olay yetenek de mi biter?", "sadece kafadaki çizmek istediklerimin varlığı yeterli mi?",
"yine buna da çok uğraşmak gerekir mi?" gibi sorular elbette ki tembelliğimin bir neticesidir.
hayallerim olsun, pratikte göremeyeceğimi düşündüğüm kavramlar olsun, işte bunları somut birşekilde çizip paylaşmak isterdim.

http://t0.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcQj5w__PXzYpp9eGfNL6mW52peZiel7A-OMaboNGVjZ0bCH1QJDgw

http://www.ihaphulusi.gen.tr/sanalsergi.html

17 Ocak 2011 Pazartesi

gene de kırmadık dümeni

Dinleyip, kızıp gaza gelmek... Sonra çat diye başka bakış açısından bakmaya çalışmak, gördüklerini ve göremediklerini sorgulamak....Bir netliğe kavuşup gene de sonunu tam bağlayamamak.

Kafamı çorbaya çeviren bunlardı.. İşin garip yanı, berraklaştıranın da yine bir nebze önyargıyla yaklaştığım olması.

Hayat ne kadar acımasızca şans dağıtıyor. O an şans rezervinden nasibini alamamışlara nasıl ürpererek bakıyor insan.

Önyargı,  ilk defa balıklama atlamaya çalışmak kadar acı vererek insana dönebiliyor.

Keşkeler de beraberinde kuyruk.

Paya düşen şansla ters orantılı olması alınan derslerin, ibret veriyor.

Ama bunlar ufak ufak biçim değiştirip karşıma çıkacak hep değil mi?

İlk anlarda ama ilk anlarda doğru düşünüp, gaza gelmeden hareket etmeyi acaba ne zaman görebilcem kendimde..

Küfür edilesi durumlarda olan arkadaşım, yanındayım ben...

14 Ocak 2011 Cuma

Bir Fikir

        Duşakabin olur, direkt banyonun tamamı olur, yapılabilme şansına göre, bu zamanda artık banyo yapan insanı müzik dinleme zevkine ulaştırmaları gerekiyor diye düşünüyorum. Banyo duvarına gömülü, dokunmatik ekranlı yankıyı mümkün olduğunca en aza indirecek banyo tesisatıyla, suyun yukardan aşağıya çarpma sesini de en aza indiren bir küvet tipiyle müzik dinleme imkanı hizmete açılmalıdır.
Yada sudan kesinlikle etkilenmeyip kulaklara da zarar vermeyen bir kulaklık da icat edilebilir çözüm olarak.
Bu hizmet biraz su israfına sebebiyet verebilir, ama bu zevk uğruna insanların diğer su harcamalarını en aza indirecek sistemleri  kullanmaları zorunlu tutulursa dengelenebilir.

        Not: Bu tip dokunmatikli, müzikli fikirler tamamen sevgilimin bir ipod-nano hediye etmesinden sonra çıkıyor, benim suçum yok...
        Not: Ama Apple dan çok ümitiyim. Yapar onlar bu ayarda birşeyler.
http://www.youtube.com/watch?v=UAcuIsKNV1w

10 Ocak 2011 Pazartesi

90larda çocuk olmak mı dediler (1)

Sosyal Medya'da 90'larda çocuk olmak lafı geçip, bir de leblebi tozu denince ne kadar net hatıralar canlandı gözümde.
Leblebi tozuna bayılıyor olmam, dedemin kendi işletemeyip devrettiği bakkaldaki Bekir Bakkal'la devamlı oturması, bakkalın bizim evin altında olması hasebiyle benim illaki oraya gitmem ve dedemin bana harçlık verişi. "Elik kızım" deyişi. Külaha doldurulan leblebi tozuna yumulup akabinde de öksürüklere boğulmam...
Şapşalca birşey olmasına rağmen bende tebessüm oluşturuyor olması , tıpkı şu an ders çalışıyor olmam yerine blog yazıyor olmam gibi garip kaçabiliyor.

Ama bu nostaljik konulara  anıları seven biri olarak devam etmek isterim.

6 Ocak 2011 Perşembe

UTANMAK

Sezon sonu indiriminden tatlı fırsatlar yakalayıp, tiyatromu da izleyip, akşam sıcak mutfağımızda mısır patlatıp birimizin sorunu üzerine konuştuktan sonra haberlerin birinde *Hindistan Yeni Delhi'de çalıştırılan çocukları görmek. (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalGaleriHaber&Date=27.05.2009&ArticleID=978311&PAGE=6).
*National Geographic in Türkiyede çektiği fotoların arasında yaşlı bir kadının sırtında kendinden büyük bir torbayla çöp toplamış bir suretini görmek.
*Utanma duygusu.
Ve muhtemelen birşey yapamayınca arka plana atacağımı bildiğim vicdan azabım.

İşin kötü tarafı "şuan yapmakla yükümlü olduğum şeylerin bile ne kadarını yapıyorum?" sorusunun,
"başka insanların sorumluluğunu ne kadar paylaşabilrim?" sorusuna cevap niteliğinde olduğunu farkediyorum.
Kendi yapmam gerekenlere neden odaklanamıyorum sorusunun cevabı nerde ?
Yatıp film izlemek veya daha boş ama uğraştırmayıcı şeyler beni daha fazla huzurlu yapmaz ve aksine saçma sapan başka düşünceleri kurmama neden olabilirken
neden kolay ama vicdan azabımın sınırlarını genişleten şeyler seçiyorum?
Kendimde kalıcı olarak birşeyleri değiştirebilir miyim?
Bakalım neleri değiştirebiliyoruz.

edit: eh idare ederiz ama eksikler mevcut

5 Ocak 2011 Çarşamba

Net telefon konuşması:)

sesini güzelce duymak ne güzel. Gülmek telefonda bile olsa. Artık başka şeylere kolayca odaklanabilirim.  

Acaba NEDİR NEDİR?

Yaptığımda mutlu olacağımı bildiğim, aksi için önümde hiçbir somut engel olmayan (benden  başka) devamlı olarak ertelediğim şey.

Aslında birkaç şeyin birden tanımı oldu.
İnsan kendine niye engel olur?

TAŞANLARDIR amacım

Yetmedi sanırım, facebook, twitter, arkadaşlarımla konuşmak falan yetmedi, taşıyor , öyle bir didiklemek ki bu çene yetmiyor düşüncelere.
Bir kenarda dursun herşey, okunmasın tanıdıklarım görmesin hatta , ben yazmış olayım, istediğimde paylaşırım nasılsa.