23 Ekim 2011 Pazar

bugün

"Dünyadaki nükleer enerji kullanımı ve Türkiye'nin durumu" ödevimi yaparken Greenpeace'ten nefret ettim. Nasıl içi boş bir topluluk dedim 40,000 defa.

Çözüm olarak devamlı bir rüzgar enerji itelenmekte. Sanki dünyanın her yeri rüzgar enerjisi kullanımına müsaitmiş ve tüm bundan gelen enerji yetecekmiş gibi.
Nükleer enerji sadece elektrik enerjisi üretirmiş, ısınma yönünden yine dışa bağlımlı olurmuşuz o yüzden sakın elektrik de üretmeyelimmiş.
Aman sakın Karadeniz'de petrol aranmasınmış, çünkü petrol firmaları önlem almazmış, Meksika felaketine bakalımmış.
Küresel ısınmaya karşı petrol ve kömür konusunu aşmalıymışız ama arabaları neyle çalıştıracakmışız onu söylemeyizmiş.
 Gelişmekte olan ülkeler salınımlarını sanayileşmiş ülkelerin yardımıyla %10-15 yavaşlatmalı maddesine herhalde 15 dakika falan güldüm. Sakın sanayileşmişler yavaşlatmasın salınımlarını yoksa paraları azalır, gelişmekte olanlar gelişemesin, nefesleri koksun.
Bunun gibi daha neler neler var, yavrum bir dökün bağışçı listenizi, gelirlerinizi de her şey bir açıklığa kavuşsun. hakkınızdaki dedikodular kalksın. Zavallı gençler de sokaklarda " bir şey sorabilir miyim? grenpeace korkulacak birşey değil!" diye dolaşmasınlar. Çok yazık çok.

14 Ekim 2011 Cuma

Patlıcan Mücveri

    Ne yazık ki artık internette bir sitesi olmayan tüm zamanların yemekleri en yapılası ve yenilesi aşçısı Emine Beder'in anneannesinin tarifi olan patlıcan mücverini buraya yazmaktan onur duyarım efenim!

Önce 3 orta boy patlıcanı aldık tüm yüzeyini soyduk. 
Sonra zar büyüklüğünde doğradık.
Sonra tuzla ovup acı suyunu çıkardık (biraz beklettik), yıkadık süzdük.
Kaynar suda patlıcanları 5 dakka kadar haşladık, çıkarıp süzgeçte iyice suyunun süzülmesini bekledik.
                       

Başka bir kaba, beyaz peynir, ince kıyılmış maydanoz, tuz, karabiber,bolca pul biber, biraz zeytin yağı koyduk.
Sonra iyice suyunu sıkıp süzdüğümüz patlıcanları bu kaba aldık. Üzerine 1 adet yumurta ve bir avuç kadar da un koyduk.
Mıncırdık.
Tavada yağı kızdırıp, kaşık yardımıyla bir yemek kaşığının kapladığı yüzey alanı kadar büyüklükte çok da kalın olmayacak kadar parça parça karışımımızdan koyduk. Köfte gibi yapıyoruz işte.
Nar gibi kızarınca arkalı önlü, havlu kağıdın üstüne yağını biraz bıraksın diye dizdik.Çok yağ çekiyor, takviye yapılmazsa kuru kuru olur.
 Bunlar bitince.
Rendelediğimiz bir adet domatesi ve 1 sarımsağı tavaya koyduk. Bunların üzerine biraz tuz ve toz şeker kattık.
Suyunu çekince ocaktan aldık. 
Havlu kağıdı mücverlerin altından aldık.
Mücverlerin üstüne bol sarımsaklı yoğurdu gezdirdik. Onun da üstüne az evvel yaptığımız domates sosunu gezdirdik. 
Sonra yemeden yanında yatsak mı diye düşündük, fotosunu çekelim ona bakarız sonra diye hemen yedik!
Yurtta kalabalıkken yemek yapıp yemenin tadı tabiki de ayrı.

11 Ekim 2011 Salı

Hayal

       Son günlerde elimdeki tüm parayı bota yatırınca parasızlıktan idda, milli piyango gibi ufak tefek şans oyunlarına yaptığım yatırımlarımla büyük büyük hayaller kuruyorum. türlü çeşit totem de yapıyorum ancak anlamsız bir şekilde hiç bana çıkmıyor böyle şeyler. Halbuki yapabileceğim ne kadar çok şeyim ve istediklerimi gerçekleştirme gibi de büyük bir başarı oranım var. Bu kadar denememe rağmen olmayan başka şey daha yoktur heralde. Çıkmıyor bu gavur çekilişlerin hiç biri bana. Babam da her hafta herhangi bir şans oyunu oynamasına rağmen benim bu konudaki yakınmalarıma daima "Kızım, bizim ağzımıza sıçılmadan cebimize para girmez!" der! Gene de umut fakirin ekmeği tabi.
Ama bi çıksa, bi çıksa ahh! Çok pis ezecem, hem ezecem hem yatıracam!

9 Ekim 2011 Pazar

işte bu parçaydı filmde çalan

Bu nasıl birşeydir yahu! Antichrist filminin başında ve sonunda bu şarkı çalışyordu.  Çok çok etkileyici gerçekten.  Ee, burda adam söylüyor gibi , biraz çirkin ama, gene de çok etkileyici acaba sözleri ne manaya geliyor!
Ayrıntılı bilgi toplayacağım...

8 Ekim 2011 Cumartesi

Antichrist (2009)

Yazıp yönettiği filmleri çok sevdiğim Lars Von Trier'in bu filmini hakkında hiçbir şey okumadan izledim.
Bu yazıyı da sırf kendim için yazıyorum. Filmi izlemeden okunması hoş olmayabilir.
-----
Bu adam (Lars Von Trier)  normalde hep en içteki duygulara vurgu yapan biri bana göre,  bu film de bir acayipti valla.
Dancer in the dark'ta olsun, Dogville'de olsun insanın duygu ve düşüncelerinin en dibine girer Lars.
Bu film de bana annemi hatırlattı. Ama bunu film bittikten yarım saat sonra farkedebildim. Kadın karakterin durumunu  elbette bir rahatsızlık olarak ele alıyorum.
Atak zamanlarında normalde düşündüklerinin, herkesçe bilinen şeylerin tam tersine inanma, bilme ve hatta bir takım aykırı rollere kendini koyma. Bu sırada zıttına gidildiğinde herşeyi daha da beter bir hale sokma. Anneminki duygu durum bozukluğu. Tanrının karısı olma ya da tüm dünyanın sadece kendi beynini ele geçirip onu izlemek için bir deneye soktuğunu düşünmek gibi şeyler, durumun vahameti açısından net örnekler elbette. Bunlar benim annemin ağır atak durumları.
Filmdeki aile de çocuklarını çok boktan bir şeklide kaybettikten sonra psikolog kocanın karısını korkularıyla yüzleşmeye ormana götürmesi ve orda herşeyin daha da mındar olması şeklinde ilerliyor.
Şiddet sahneleri çığlık atmama fazlasıyla yetti. Makas sahnesini çekmeyeydi iyidi, içime kaçtım:(
Çekimler bilerek amatörlük serpiştirilmiş gibiydi. Ormanın içindeki insanların peydah olması sahneleri de bence başarılıydı çoğu zaman, bir tek en son hepsinin kıyafet giyip gittiği sahne tam olmamış, yüzler bölgesel bulanıklaştırılmıştı. O çirkin olmuştu bence.
Başta ve sonda çalan müzik kimindi/neydi acaba, onlar çok iyiydi  yaa!

3 Ekim 2011 Pazartesi

bugün

  • Harika bir hafta sonunun ardından haftaya sert bir giriş yapmam ve staj defterimden kurtulmam gerektiği beynime nakşoldu.
  • Derse gelemeyen hocalarımızın bu durumu bize haber verme zahmetine katlanmamasını bir kez daha anlayamadım. Sınıfı terketmekte zorlandık.
  • Ozon tabakasındaki 2 milyon kilometre kare büyüklüğündeki deliği farketmişler. 
  • Altın nihayet tekrar yükselişte, şuan gramı 99,57 TL görünüyor.
  • Hava açıktı. 
  • Annem tel kırma kursuna başlayacakmış.
  • Milan Kundera'nın Varolmanın dayanılmaz hafifliği beni çok sardı.
  • bir zamanlar anadolu'da ya gitmeyi çok istiyorum ama 14 lira nedir yaa! ayıptır ayıp.
  • Kansızlık mı başladı yoksa grip falan mı olacam bilmiyorum, devamlı uyuma isteği içindeyim. Belki mevsim değişikliği belki de oda arkadaşımın güzel güzel uyuması beni de imrendiriyor.